370. Kısa Dönem tertip bir asker olarak yaklaşık 5 ayımı geçirdiğim yer.
Her şeyden önce şunu söylemek istiyorum: Bu başlığa entry girenlerin neredeyse tamamı kampa tatile gelen insanlar ve kampı kendi açılarından değerlendirmişler. Normaldir, burası bir tatil kampı ama askeri bir kamp olduğu için temizliğinden yemeğine, çarşafından çöpüne her şeyden asker sorumlu. Buna rağmen neredeyse herkes “kamp da güzel ama şusu eksik” minvalinde yazmış; askerlerin çektiklerinden bahseden ya da onlara bir teşekkür eden yok! Bunun kampı ziyaret eden insanlar açısından ciddi bir ayıp olduğunu düşünüyorum ve bunu o kampta yoğun olarak çalışmış biri olarak söylüyorum. Birazdan böyle düşüncemin gerekçelerini detaylı bir şekilde anlatacağım ama önce kamp hakkında genel bilgi vereyim.
(Direkt olarak bu kampta askerlik yapmanın nasıl bir şey olduğu ile ilgili kısma geçmek isteyenler 8. paragrafa atlayabilir; hemen öncesine bir * işareti attım.)
Başlıkta Özdere Havacılar Kampı yazılmış olsa da buranın asıl adı Özdere Özel Eğitim Merkez Komutanlığı. Halk arasında havacılar kampı diye anılıyor.
Kamp yaklaşık 2 kilometrelik bir sahile sahip. İçerisinden moteller de dahil olmak üzere yaklaşık 35 işletme bulunuyor. Bu işletmelerden moteller hariç sanıyorum 2 tanesi askeriyeye ait: Martı restoran ve Seç-Al restoran. Martı, davetiye ile girilebilen ve menüsünde genellikle deniz ürünleri bulunduran bir mekan. Özel misafirler burada ağırlanıyor, devre yemekleri vb. burada yapılıyor. Seç-Al ise daha çok tabldot tarzı. Kampçılar sulu yemek için buraya gidiyorlar. Geri kalan mekanlarda pek çok farklı yiyecek bulmak mümkün. Bir yer pide kebap için çalışırken başka bir yer ağırlıklı olarak balık ekmek satıyor, başka bir yer pizzayı göz önünde tutan bir pastane iken başka bir yer ciğer, söğüş satıyor. İşletmelerin sattıkları şeyler anlaşmalara göre değişebiliyor ama genel kural satılan ana bir ürünün başka bir yerde satılmıyor oluşu.
Kamp içerisinde çeşit çeşit konaklama alanları var. Astsubay moteller, subay moteller, general konutları ve beş yıldız villaları diye adlandırılmışlar. Rütbeye göre konaklama yeri yani. Kamp 7 günlük, buraya gelen muvazzaf ve emekli askerler 7 gün konaklıyorlar, sonra 2 gün kamp arası veriliyor, sonra kamp tekrar açılıyor. Bu döngü yaz sezonu boyunca devam ediyor. Bu döngünün askerlere etkisini birazdan anlatacağım; Şimdilik kamp hakkında bilgi vermeye devam edeyim.
İşletmeler kampın içerisine yayılmış durumda. Kuyumcu, kuaför, kafeler, mini bir lunapark, açık hava sineması, spor alanları (futbol, basketbol, voleybol, tenis sahaları ve ufak bir spor salonu), hediyelik eşya dükkanı ve giyim mağazaları içeride mevcut.
Böyle anlatınca kamp çok güzel bir yer gibi geliyor insana. Aslında gerçekten de öyle. Bir beş yıldızlı otel ile kıyaslanamaz tabii (otel seven bir insan da değilim ama) ama bir haftalık bir tatil yapılabilir. Tatilciler açısından durum bu, insanların 7 günlük sürede tam da keşfedemeden çıkıp gittikleri bir yer bu kamp. Yalnız, askerler açısından bakıldığında durum bir hayli farklı.
* Kampın içerisinde sadece bir bölük var: Hizmet Muhafız Bölüğü. Bu bölüğün binası işletmelerden ayrı bir yere konumlandırılmış. Benim bulunduğum dönemde 400 ila 550 arası asker kalıyordu bu binada. Daha önce 700+ kişiye kadar çıktığını hem askerlerden hem de kampta yıllardır çalışan insanlardan duydum. Bizim dönemimizde de bölükteki asker sayısının artacağı, kalacak yer bulunamazsa “sıcak yatak” uygulamasına geçileceği de söylendi ama şansımıza böyle bir durum olmadı. Bu arada, bilmeyenler için sıcak yatak uygulaması, aynı yatağın hem gece hem gündüz çalışan iki insana verilmesi, biri çalışırken diğerinin uyuması durumu. Bu arada, koğuşlar 24-26 kişilik ve odalar klimalı.
Bina tüm kampın arıtma sisteminin yanında olduğundan dolayı özellikle sıcak günlerde inanılmaz bir lağım kokusu oluyor. Sivrisinekler zaten oranın yerlisi, hem İzmir’in nemli ortamından hem de arıtma tesisinden dolayı. Aynı arıtma kampın pek çok yerinin sulaması için kullanılıyor. O yüzden dışarıda benzer bir kokuyu duyma durumu da oluyor, her ne kadar su arıtılsa da askerlere dışarıdaki su kaynaklarından uzak durmaları tembihleniyor.
Hem devrelerime (370 KSD) hem de 98/1 uzun dönemlere sorarsanız sanırım hepsi kamptaki ilk günleri hakkında hemen hemen aynı yorumu yaparlar. Eski ve pis, tavanı akan, giderleri çalışmayan tuvalet ve banyolar, tozdan ve pislikten (bir kısmı temizlikle bir kısmı tadilatlarla alakalı) geçilmeyen bir yaşam alanı vardı oraya gittiğimizde. Zamanla, tadilatlarla, çok ciddi emeklerle ve denetimlerle bu sorunların çok büyük bir kısmı aşıldı. Ben gittikten sonra idari işler odası taşındı, girişte daha temiz bir odaya alındı. Eski tuvaletler ki duş kabinleri ve lavabolar da aynı odadalardı, yıkılıp koğuşa çevirildi ve bu koğuşlar eski koğuşlardan daha temiz bir hal aldı. Kantinde tadilatlar yapıldı, önceden insanların oturmaktan imtina ettiği kantin gitti yerine pırıl pırıl bir kantin geldi.
Bölük bir nevi evrim geçirdi denilebilir bu değişliklerle. Az sonra yemekhaneden de bahsedeceğim ama oranın durumu biraz daha karışık. Yalnız bu anlattıklarımı değerlendirirken akılda tutulması gereken en önemli şey orada yaşayan insanların bu alanlara etkisi. Yarın bir gün askere gidip de Ekşi’de buraların temiz olduğuna dair entry okumuştum diyen çıkarsa diye yazıyorum: Bazı askerler tuvalette sigara içmeyi geçtim, tuvaletin kapısına sigara basarak şafak yazmayı, kapı kırmayı, duşları yerinden sökmeyi ve benzeri zarar verici hareketleri pek sevdiklerinden dolayı mekan yapıldığı gibi tertemiz kalmıyor.
Benden sonraki halini bilemiyorum ama ben askerliğimi yaptığım sırada bölük binasının en sıkıntılı yeri yemekhane idi. İlk günlerimizde çatal kaşık bulamıyorduk çünkü ciddi eksik vardı ve bulduklarımız da temiz olmuyordu. Çatal kaşık çalan ya da çöpe atan askerlerin bunda büyük etkisi olduğu söyleniyordu. Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama bulaşık yıkayan arkadaşların da ciddi şekilde çile çektiklerini biliyorum.
Benim bu bölük ile ilgili en nefret ettiğim nokta yemekler idi. Kütahya’da temiz ve lezzetli yemeklerden bol kepçe alabiliyorken burada yemekhanedeki yemeklerden olabildiğince uzak durduk. Askerliğimin sanıyorum son 2 ayında yemekhaneden kahvaltı yapmadım, günde en az bir öğünü de kamptaki işletmelerden yedim. Nedeni hep aynı menülerin çıkması ve daha da önemlisi yemeklerin pişmemiş bir şekilde servis edilmesi idi. Devlet erzağı vermiyor değildi, kimseyi işinden etmek de istemiyorum ama sorun bölükteki aşçıdaydı bizce. Bunu da Gaziemir’den görevlendirme ile gelip de bölük aşçısı izindeyken yemekhaneyi yöneten arkadaşımız sayesinde anladık.
Aynı yemekhane, aynı menüler, aynı miktarda erzak iki kişi tarafından yapıldığında aradaki farkın dağlar kadar olması gerçekten çok saçma. Bir tarafta bu işi 35 yıldır yaptığını söyleyen ama bir türlü hazır Şekerpare’nin şerbetinin kıvamını bile tutturamayan bir aşçı, diğer tarafta bu mesleğe ustayla kıyaslandığında yeni başladığı bile söylenebilecek bir asker… Bu arada, kamptaki menü kampın bağlı olduğu Teknik Okullar tarafından belirleniyor, orada hangi yemek çıkıyorsa kampta da aynı yemek çıkıyor. Erzak da aynı yerden getiriliyor.
Yukarıda bahsettiğim gibi kamptaki işletmelerden yemek aldığım çok oldu. Halbuki normalde askerlerin bırakın herhangi bir işletmeden yemek almasını, kampın içerisindeki tek marketten alışveriş yapmaları bile yasak. Dahası, işletmelerin çoğu, özellikle de askeriyeye ait olan Seç-Al restoran, kalan yiyecekleri asker yemesin diye direkt olarak çöpe döküyor. Yiyeceklerin çok çabuk bakteri ürettiği söyleniyor, doğrudur da ama en azından o işletmelerde çalışan askerlerin gözlerinin önünde pişen, servis edilen ve yenen yemeklerden tatmaları için bunun çok uydurma bir sebep olduğunu düşünüyorum.
Yemekleri koruyacak her tür önlem varken ve yemekler öğünde servis edildikten hemen sonra askerler tarafından da tüketilebilecekken bu durumun yaşanıyor olması can sıkıcı. Bu da o işletmelerde çalışan askerlerin hem nefislerini köreltememelerine hem de büyük bir israfa yol açıyor. O yüzden gizli gizli alışveriş yapmaya çalışan asker çok oluyor ama işletmecilerle aranızı iyi tutarsanız, komutanlara yakalanmazsanız ya da komutanlara durumunuzu açık açık anlatabilecek kadar yürekli iseniz alışverişinizi daha rahat bir şekilde yapabiliyorsunuz. Sanırım benimki biraz da gamsızlıktan böyleydi, çünkü kafama estiğinde bir işletmede çorba içip diğer tarafta pizza yedikten sonra aynı yerden aldığım tatlıyla başka bir işletmede arkadaşlarımın yanına denize karşı kahve içmeye gidiyordum ya da mesaim bittikten sonra bir yerde mangala katılıyor, diğer tarafta şerbet içiyordum. Tabii o bölgelerde çalışan arkadaşlarımın ve işletmecilerle merhaba-merhaba da olsa var olan iletişimim sayesinde.
İş yoğunluğuna gelirsek, kamp biz gittiğimizde terkedilmiş bir kasaba gibiydi. Bir yıldır kimse konaklamadığı için hiçbir iş yapılmamış. İlk günümde dizime kadar uzamış otları kesmeye, tırmıkla toplamaya gittim. İkinci günümde Astsubay Motellere indik, Lost’ta Others’ın kaldığı sarı prefabrik evlerin bulunduğu alana girmiş gibi hissettim. Etrafta bir sürü prefabrik ev, kırık dökük oyuncaklar, çöpler, çam iğneleri ve kozalakları, üst üste istiflenmiş eşyalar… sanırsınız bir önceki dönemi acil durum uyarısıyla kapatmışlar ve millet orayı olduğu gibi bırakıp kaçmış.
Sonra bir dönem yazıcılık yaptım ama yazıcılığın bana göre olmadığını fark ederek oradan çıktım. Sonraki 1.5 ay boyunca tek işim mıntıka temizliğiydi. Yeri geldi traktör ile yeri geldi AS950 kamyon ile nerede ağaç dalı var, nereye çam iğnesi dökülmüş, nerede çöp yığılmış oraya gittim. En çok yorulduğum dönem bu dönemdi. Bu işleri sadece ben yapmıyordum bu arada. Bölük elemanları da, işletmesi henüz açılmamış olanlar da, görevi belli olmayanlar da, ceza alanlar da bu işleri yaptı. Düşünüldüğü gibi iğrenilecek ya da kompleks yapılacak bir iş değildi bu süreçte yaptığım. Fiziksel olarak yorucuydu evet ama işi oyuna çevirerek, pek çok askerden farklı olarak sürekli kampı gezerek ve yapılan iş bir spor gibi görerek yaklaşıldığında pek de keyifliydi.
Bu kampın neden daha düzgün işleyebilecekken tam bir eziyete döndüğünü işte bu dönemde anladım. Kampın açılışı dolayısıyla uzun mesailer yapıyor ve çok efor sarfediyorduk. Asker olduğumuz için şöyle kenara geçelim de bir dinlenelim deme şansımız olmuyordu. Bazı günler, hele de özel misafirler gelecekse aynı yolu 5 kere süpürdüğümüz oluyordu; taşıyla, toprağıyla, otuyla, çöpüyle… Biz 5 kere süpürüyorduk, sonra bir komutan ağaç kesme kararı alıyordu ve aynı noktaya tekrar gidip ağacın kalıntılarını tekrar süpürüyorduk. Biz tam bitti derken arkamızdan bir belediye temizlik aracı gelip son turu atıyordu. Halbuki işletmeci kafasına sahip birileri olsaydı başımızda, her şey daha düzgün yürüyebilirdi. Neyse…
Kamp dönemleri 7 gün sürüyor demiştim. Bu 7 günlük konaklama dönemleri için kampa gelenler var. Bunların dışında günübirlik gelip gidenler de. Bu yüzden askerler her gün binlerce insanla muhatap oluyorlar. Tüm erkeklere komutanım deniyor, kadınlara hanımefendi. Eğer hanımefendi denilen kişi de bir komutansa özür dilenip ona da komutanım diye hitap edilmeye başlanıyor. Verilen göreve göre askerler astsubaydan orgenerale kadar hizmet ediyorlar. Bunun askere iki etkisi var. Biri, rütbe fark etmeksizin gerçekten harika insanlarla tanışma fırsatı. Şöyle söyleyeyim, kasiyerlik yaptığım dönemde tuğgenerallerden astsubaylara pek çok insanla sohbetlerim oldu, arada hiç unutamayacağım insanlarla tanıştım; normal bir askerlik yapanların anılarından farklı pek çok anı biriktirdim. Tabii bu sadece benim için değil, benimle birlikte kamp döneminde askerlik yapan tüm arkadaşlarım için geçerli.
İşin kötü tarafı ise askerliği meslek olarak seçen insanların bazılarının bizim gibi kısa veya uzun dönem askerlik yapanların açığını arıyor olması. Yaşadığım absürt bir olay bunu net bir şekilde ortaya koyar sanıyorum: Benim çalıştığım yerde ciğer satılıyordu ve ciğerin yanında da aynı yerde yapılan lavaş veriliyordu.(konu nereden nereye gitti ya). Bir gün kasiyer olarak sipariş aldım ama lavaş kalmadığı için onun yerine ekmek verilmiş. Rütbesini ve emekli olup olmadığını bilmediğim bir komutan kalkıp önce bana çattı, “lavaş yoksa sen bana bunu nasıl sattın” diye, sonra da gidip beni danışmaya şikayet ettiğini öğrendim (!). Her gün böyle olaylar duyduk. Bu tarz olayların askerler, hele de uzun dönemler üzerine yarattığı gerginliği anlatamam.
Neyse, konudan çok sapmayayım, kamp dönemleri 7 gün sürüyor, sonra 2 gün ara veriliyor diyordum. Normalde bu iki gün askerin dinlenme vakti. Görevine göre tabii. Eğer diğer döneme hazırlık yapılması gereken bir görevde çalışıyorsa çarşı izni dönem içi veriliyor, eğer öyle değilse bu iki günlük aranın bir gününde çarşıya çıkılıyor. Eğer bu kamp arası haftasonuna denk gelirse kamp para kazanabilsin diye günübirlik girişler devam ediyor. Yani askerin dinlenme vakti olmuyor.
Çarşı izni bir şekilde halledilebiliyor ama ardı ardına uzun süreli çalışmaktan insanlar gerçekten çok yoruluyorlar. Dahası, bazen çalışma saatleri normal mesainin üzerine çıkıyor. Eğer özel bir durum varsa, mesai sonrası temizlik yapılabiliyor, eşya taşınabiliyor vs. Örneğin, Efes Tatbikatı sırasında kamp kapalı olmasına rağmen hem TSK’nin yönetim kadrosu hem de 13 ülkenin genelkurmay başkanları ile elçileri geleceğinden dolayı hummalı bir çalışma yaptık. Hatta ardı ardına 3 gece, gece saat 4’te Hulusi Akar’ın sabah yürüyüşü yapacağı güzergahı temizlemek için mıntıka temizliğine çıktığımız oldu. O dönemde nöbet tutmuyordum ben ama aramızda günde en az 2 saat nöbeti olan arkadaşlar da vardır sanıyorum.
Tüm bunların üzerine, askerin nöbet tutmak gibi bir yükümlülüğü var. Kampa gelen askerlerin şımarık çocukları tarafından aşağılanma girişimlerine karşı koyma, kolay askerlik yapıyor olarak nitelendirilme ve kuş kadar maaş. Maaş konusuna özellikle değinmek istiyorum. Askeriyelerde kantin ucuz olur denirdi ama burada öyle bir durum yok ve ben İzmir’e ayak bastığımda bir çavuş olarak 128 TL maaş bağlandı. Erler 99 TL alıyordu. Biz İzmir’den ayrılırken maaşımız 139 TL idi, er maaşı ne kadar olmuştur bilemiyorum ama yetersiz olduğu kesin. Hele bir de yemekhanenin pişmemiş yemekleri düşünülünce kesinlikle yetersiz denilebilir. Bunun sigara içeni var, arkadaşları ile cips-kola yemek isteyeni var, çarşıda o parayı cep harçlığı yapacak olanı var, var da var…
Anlatılacak daha çok şey var ama şimdiden bu kamp ile ilgili şu yazdıklarım 4 sayfayı geçti. Ben bunları, bu kampa tatile gelenler eğer bu başlığa bakarlarsa azıcık nereye geldiklerini ve o hizmetin kimler tarafından sağlandığını bilsinler diye ve buraya askere gidecek olan olursa az buçuk fikir edinsin diye yazıyorum. Gerçi hoş, kampın Katarlılar’a satıldığı söylentisi dolaşıyor ortada, ne kadar doğrudur bilmem.
Şöyle bir özetlersem, buraya askere gelen kişi nöbet ve atışlar dışında pek de askerlik yapmıyor aslında. Bir tatil köyüne konaklama dahil çalışmaya gidilmiş gibi düşünülebilir. Yalnız bir özel sektör çalışanından farkı, kuş kadar maaşa belirsiz mesai saatleri içerisinde (18 saate kadar uzayabiliyor) ve emir altında çalışıyor olmak, dolayısıyla hangi emir veriliyorsa onu uygulamak.
Benim için ise buranın özeti şu: uzun-kısa dönem, rütbeli-rütbesiz, asker veya sivil fark etmeksizin güzel insanlarla tanıştığım, çalışırken çok yorulduğum ama çok da keyif aldığım bir yer burası ama bu biraz da benimle ilgili. Sadece bu kamp ile ilgili olarak söylemiyorum; Nerede askerlik yapıyor olursa olsun benim gibi insanlarla sıfır sorun yaşayıp üzerine uzun-kısa dönem fark etmeksizin 600 kadar asker arkadaşıyla iyi geçinen, komutanları ile sorun yaşamayan, bazı kamp misafirleri ile unutulmayacak hoş sohbetleri olan, dahası kamptaki sivil çalışanlar ve o bölgenin yerlileri (<3 Özdereliler!) ile bir şekilde iletişim kurmuş olan (ve iletişimini sürdüren) kaç kişi olabilir diye düşünüyorum. Bu entryi the secret’a bağlar gibi bitirmek istemiyorum, çünkü “evrene pozitif enerji yayarsak her şey harika gider, istediklerimizi elde ederiz” falan gibi bir anlayıştan nefret etsem de kişinin etrafındaki gidişata etkisi, özellikle de askerlik gibi, insanın sadece belli kurallara riayet ederken belli görevleri yapmasından ibaret olan bir süreçte gerçekten var. İnsanın karşısındaki kim olursa olsun, tutunduğu tavır çok önemli ve pek çok şeyi etkiliyor.
Not: 18.10.2018 tarihinde Ekşi Sözlük’ün Askere Gideceklere Öğütler başlığı için yazmış olduğum yazının elden geçirilmiş halidir.
Link: https://eksisozluk.com/entry/82439479
Comments by Erdem Akın Temel