Endüstriyel tarih, öncesindekilerden çok farklı bir dönüşüm sürecinde -ara döneminde- olduğumuzu gösteriyor. 4.0’da insandan çok makinelere yer olacak belki de. Ancak bu duruma uyum sağlayabilmek ve hayatta kalabilmek için elimizdeki tek strateji STEM olmamalı.
Karl Marx, Kapital’in hemen başında kapitalist üretimin hüküm sürdüğü ülkelerde servetin en temel öğesi olduğunu belirttiği metaları tanımlar. Marx’a göre; hayatta kalmaya ya da hevese yönelik olmaları fark etmeksizin, insanların ihtiyaçlarını üzerlerinden karşıladıkları objelerdir. Marx, her metanın iki değeri olduğundan bahseder: Fonksiyon temelli kullanım değeri ve fonksiyona bağlı olmaksızın pazardaki diğer metalar ile karşılaştırma yapıldığında ortaya çıkan ve bir takas durumunda üzerinden işlem görülen değişim değeri.
Marx’tan bugüne
Bu tanım, 1860’lı yılların ortasında basılan Kapital’den alınma. Buharın gücünden faydalandığımız ilk endüstri devriminin bitiş; elektrik, petrol ve gazlardan yararlanmaya başladığımız, iletişim ve ulaşım alanlarındaki atılımlar ile bilginin yayılımını hızlandırdığımız ikinci endüstri devrimine geçiş günlerinde ortaya atılmış. Üçüncü endüstri devriminde ise, buhar gücünden uzaklaşıp elektrik, petrol ve gazların yanına nükleer enerjiyi katmışız. Elektronik cihazlarla yaşamaya alışıp onları hayatımızın merkezine yerleştirirken, dünyanın istediğimiz yerine istediğimiz anda ulaşabilmeyi ve kıtalararası yolculukları kanıksamışız.
Bu süreç içerisinde dünya nüfusuyla birlikte üretim metotlarının da mesleklerin de sayısını artırdık. Yine de ikinci endüstri devriminden kalan, geride bırakamadığımız bazı şeyler var. Bunların başında değişimine devam etse de radikal bir dönüşüm görmemiş olan meta üretim pratiğimiz geliyor. Taylorizm ile başlayan modernist üretim süreci, evrimine Fordizm ve Post-Fordizm ile devam etmiş. Taylorizm, Frederick Taylor’un işlerin en kısa zamanda tamamlanmasını sağlayan yöntemi bulmak için elinde bir kronometre ile işçilerin arasına karışarak onları denek olarak kullanması ile ortaya çıkmış.
Henry Ford: Üreticiyi tüketiciye dönüştüren kapitalist
Zincirin sonraki halkası olan Fordizm’i uygulayan, hepimizin bildiği Ford’un kurucusu Henry Ford da zaman yönetimine eğilmiş, halihazırda basit işler yapmakta olan işçileri hareketli bir üretim bandı etrafında toplayarak otomotiv tarihinin en başarılı modellerinden olan -Model T- üretiminde her bir aracın üretim bandında geçirip tamamlandığı süreyi 12 saatten 90 dakikaya kadar indirmiş. Seri üretimde çığır açan Ford, ayrıca, üretici (işçiler) ile kullanıcıları (müşteriler) birbirinden ayıran anlayışı, mesailerini kısaltıp maaşlarını artırarak işçilerini mesai dışında kullanmak üzere araç almaya yönelterek değiştirmiş ve böylece çok büyük satış rakamlarına ulaşmış.
İnsanların ürettikleri metaları satın almaya başlamaları ile tüketime yönlendirilmeleri, yerelde bulunamayan metaların uzak diyarlara sevkiyatlarının yapılabilmesi, tüketicilerin artan istekleri, üreticilerin rekabetçi tavırları, teknolojik gelişmeler sonucu daha detaylı üretimler yapılabilmesi ve ürünlerin çeşit, kalite ve özellik açısından tek tip olmaktan çıkıp kişiselleştirilebilir olmaları sonucu Marx’ın deyimiyle ortaya çıkan meta fetişizminden dolayı üretim karmaşıklaşmış ve Fordizm yerini Post-Fordizm’e bırakmış.
Post-Fordizm’de meta üretimi, gruplar halinde çalışan, iş hakkında görece daha fazla bilgiye sahip olan insanlar tarafından yapılır. Üretim sadece insan emeğine dayanmamakta, çeşitli elektronik ve hatta dijital iletişim sistemleri de bu sürece dahil olmaktadır. Bir ürünün tüm parçalarının tek fabrikada üretimi yerine parçaların yerel ya da küresel hizmet veren başka üreticiler tarafından üretilmesi ve nihai ürünün ortaya çıkarılması için birleştirilmesi esas alınır. Günümüzde, insan fabrika içerisinde üretimi yapan ana güç konumunda olsa da iş yükünün önemli bir kısmını robotlar, makineler ve dijital teknolojiler sırtlanmaktadır.
İlk defa 2011 yılında Hannover Fuarı’nda kullanılan Endüstri 4.0 terimi ile hayatımıza giren dördüncü endüstri devriminin kalbinde ise, makinelerin ve robotların birbiri ile iletişimini sağlayan IIoT, yani endüstriyel nesnelerin interneti yatıyor. Endüstri 4.0, bünyesinde IIoT’nin yanı sıra yapay zekâ, büyük veri, makine öğrenmesi, robotik, bulut bilişim, 3D yazıcılar vb. gibi pek çok önemli teknolojik gelişimi de barındırıyor. Bu teknolojilerin IIoT sayesinde birbirleriyle anlaşabilir şekilde çalışabilmesi, üretim ve lojistik operasyonlarının dakik bir şekilde insan eli değmeden yapılabilmesi, üretimin insan faktörüne dayalı sorunlardan arındırılması anlamına geliyor. Bu yüzden, bir tekrar içerisinde kendine verilen göreve sadık kalarak çalışmaya alışmış insanoğlunun, tarihinde ilk defa üretim sürecinden büyük ölçüde elini çekmek zorunda kalacağını söyleyebiliriz. Doğal olan da bu, zira sorunsuz olarak on yıllarca çalışabilecek, yapay zekâ ile sürece adapte olabilen, öğrenebilen, aralarında iletişim kurabilen ve düşük işletim maliyetine sahip olan robotların, makinelerin ve dijital teknolojilerin ortaya çıkarabileceklerinin insanlar tarafından yapılabilmesi imkânsız.
STEM yeterli mi?
Kendi elimizle, yetişemediğimiz bir gelişme hızına ulaştığımızı ve artmaya devam eden dünya nüfusunu ilerleyen yıllarda ciddi işsizlik tehlikesinin beklediğini söylemek mümkün. İnsanların kendilerini yeni endüstri devrimi ile ortaya çıkması muhtemel iş kollarına alıştırmaları beklenirken, işsiz kalacak milyonların yıllarını verdikleri işlerinden sonra, yaş, eğitim düzeyi, imkanlar gibi faktörlerden dolayı kendilerini yeni bir mesleğe hazırlamaları imkânsız. Diğer yandan, eğitim sistemlerimizi değiştirerek, yeni mezunları bu yeni döneme adapte edebiliriz.
İlk bakışta, bu geçiş döneminde ve sonrasında tökezlememek için STEM bölümlerinden (fen bilimleri, teknoloji, mühendislik, matematik) mezun olmak yeterli gibi görünebilir. Sonuçta, düz mantık bizi teknolojinin hızla geliştiği ve etkisini artırdığı toplumlarda teknolojiye dair iş yapmanın daha iyi olacağı ve ortadan kalkmayacağı düşüncesine itiyor. Fakat, Endüstri 4.0 sadece düşük yetenekli, kalifiye olmayan çalışanların ya da teknoloji ile alakası olmadığı söylenen sosyal ve beşerî bilimler mezunlarının korkması gereken bir konu değil. Zira bu değişim geldiğinde STEM mezunlarını da etkileyecek.
Otomasyona geçişte büyük ölçekli şirketler ile orta ölçekli şirketlerin önemli bir kısmı, üretim süreçlerinin Ar-Ge, problem çözme, fikir üretme, karar verme gibi görev tanımlarını içermeyen pozisyonlarını otomatize edecek. STEM mezunlarının istihdamı azalırken, istihdam edilenler arasında da bir ayrışmaya yol açacak. Kısır bir eğitim ile sadece belli yetenekleri kazanmış olanlar küçük ve bir kısım orta ölçekli şirketlerde çalışmak durumunda kalırken; yetenekli, uluslararası standartlara uygun iş yapabilen ve mümkünse belli bir alanda uzmanlaşmış olanlar görece daha büyük ölçekli şirketlerde teknik işlerin yanı sıra yönetici vasıflarıyla da yer bulabilecekler.
Yalnız, yakın geçmişin anlayışı olan “inovasyon için inovasyon” ve buna bağlı olarak ortaya çıkan start-up balonu, bir ürünün ya da bir servisin, ihtiyaca yönelik olmadığı halde, toplumu analiz edemeyen bireylerce sanki bir ihtiyaçlarmışçasına sunulduğu takdirde ilerleyemediğini gösteriyor. Aynı başarısızlığı, bir ihtiyacı karşılayan ve toplum nazarında değeri olan ürün ve hizmetlerin iletişim eksikliklerinden dolayı silinip gitmelerinde de görüyoruz. Yani, teknik işi iyi yapmak yetmiyor, buna iletişim becerilerini, karar verebilme, öz-farkındalık, empati gibi ölçülemeyen sosyal becerileri de katmak gerekiyor.
Öte yandan, teknik bilgiden arındırılmış sosyal ve beşerî bilimler bölümlerine dijital okuryazarlık ve bir nebze de olsa teknik derslerin eklenmesi gerekiyor. Algoritmik düşünce sistemine sahip olmayan bir sosyal veya beşerî bilimler mezununun, teknoloji ile dönen bir dünyada teknoloji sayesinde yol alan bir şirkette süreçleri anlamadan başarılı olması mümkün değil.
Özetle, hangi bölümden mezun olurlarsa olsunlar, sağlıklı iletişimler kuramayan, diğer insanların ihtiyaçlarını anlamlandıramayan, yenilikçi bir bakış açısı getiremeyen, teknolojiden ve dijital okur yazarlıktan uzak bireylerin geleceğin iş dünyasında yeri yok ve şüphesiz, gelecek için yetiştirilecek insanların eğitimi, farklı uçları bir araya getirmek zorunda. Bu nedenle, eğitimde ötekini teknik bilgiden ya da esnek düşünceden yoksun olmakla suçlayan, ikilik yaratan düşünce yapısından bir an önce kurtulmalı ve içinde yetiştirildiğimiz sistemin sayısal metrikleri ve teknik becerileri önceleyen anlayışını değiştirmeliyiz.
Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: fran innocenti on Unsplash
[1]: Maximilian Scheffler on Unsplash
[2]: Jack Alexander on Unsplash
Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Kasım 2019 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.
Comments by Erdem Akın Temel