Düne kadar konuşmadığımız trenleri bugün tekrar konuşur olduk. Fakat dünyayla birlikte insanlar, dolayısıyla kültürler de değişti. Peki, bizim demiryollarına bakış açımız ile diğer kültürlerin bakış açısı aynı mı?
Onuncu Yıl Marşı, 90 yıllık geçmişine rağmen dün bestelenmişçesine hatırlanıyor ve hâlâ coşkuyla söyleniyor. Büyük savaşlardan çıktıktan sonra küllerinden doğarak yeni devletini kuran halkımıza moral vermek ve katedilen yolu kutlamak için yazılmış olan marş, yeni yapılanmanın ilkelerinden ve başarılarından üstünkörü bahsediyor olsa da “Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” diyerek, bu on yıl içerisinde yapılan onlarca somut atılımdan ve yatırımdan sadece bir tanesine değiniyor.
Ulaştırma Bakanlığı’nın paylaştığı verilere göre, 1856 ile 1923 arasında yapılan ve Cumhuriyet öncesi 4136 kilometre uzunluğa ulaşan demiryolu ağına, 1923 ile 1950 arasında 3764 kilometre daha eklendiğini gördüğümüzde, devletin demiryollarına verdiği önemi ve bahsi geçen dizenin var olma nedenini daha kolay anlayabiliyoruz. Zira demiryolu inşası, kalkınmakta olan Türkiye’nin iletişim, lojistik ve turizm ihtiyaçlarını en verimli şekilde karşılayan ulaşım modeli olmasından dolayı elzem olarak değerlendiriliyordu.
1950’den sonra durma noktasına gelen o inşa hızı, 2000’li yılların başında tekrar artmaya başladı ve hatta Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023 için 25 bin kilometreye ulaşma hedefi konuldu. Fakat, TÜİK’in 2018 istatistikleri, 10315 kilometreyle bu hedefin sadece 5’te 2’sine ulaşılabildiğini gösteriyor.
Unutulan trenlerin tekrar hayatımıza girişi
Aynı süreçte devletin yapım önceliğini karayollarına vermesi, Türkiye’de otobüs taşımacılığının geniş ve aktif kullanılan bir ağa sahip olması, Türk Hava Yolları’nın en çok noktaya uçan havayolu haline gelip dünyada da adını duyurması ve diğer havayolu şirketlerinin iç piyasada rekabetçi fiyatlar sunmaları gibi nedenlerden ötürü demiryolları önemini yitirdi ve sadece fiyat ve güzergâh avantajlarından dolayı kullanılır oldu. Fakat, Ankara merkezli İstanbul, Eskişehir ve Konya Yüksek Hızlı Tren (YHT) projelerinin faaliyete geçmesi, 2007 yılından itibaren bu hatlara talebi artırdı.
Günümüzde tren denildiğinde akla YHT hatları ile Doğu ve Van Gölü Ekspresleri (sırasıyla, Ankara-Kars ve Ankara-Tatvan) geliyor. YHT hatları, büyükşehirleri birbirine bağlayan ve turistik olsun ya da olmasın en sık kullanılan hatlar iken, bahsi geçen diğer hatlar konvansiyonel olarak işletilen ve özellikle de sağladıkları yurt içi turizm imkânları ile anılan hatlar. Görece az kullanılıyor olsa da bir diğer önemli turistik hat ise İzmir Mavi Treni (Ankara-İzmir) hattı.
Doğu Ekspresi başta olmak üzere bu hatların turistik olarak anılmaya başlanması ise yakın zamana tekabül ediyor. Daha önceleri bir zaruretin karşılanması amacıyla kullanılan bu hatlar, ülkenin bir ekonomik darboğaz içerisine girmesiyle tatil, özellikle de yurt dışı tatili anlayışının sekteye uğramasıyla, insanların yurt içi alternatiflere yönelmesi, terörden dolayı güvensiz olduğu düşünülen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde terör örgütlerine ciddi darbeler vurulması ve bu rotaların kısa süreli ve makul fiyatlara tatil yapmaya imkân sağlaması ile turistik rotalar olarak değerlendirilmeye başladılar.
Ve sosyal medya demir ağı keşfetti…
Yalnız, tüm bunların dışında bir etmen daha vardı ki 2000’li yılların başından beri hayatımızda olup dünyaya bakışımızı günden güne değiştiriyordu. İnternete erişimi olan her bireyin görüşlerini paylaşması ve hayatından kesitler sunmasına izin veren sosyal medya, özellikle görsel kültürün de baskın hale gelmesiyle insanlar arasında bir rekabete yol açtı. Görselliğin ön planda olduğu en popüler sosyal medya platformları olan Instagram ve Youtube, bu rekabet için adeta bir arena haline geldi. Zira Instagram ve Youtube, insanların yaptıklarını yazmak yerine gösterebilmelerine, hayatlarını olduğundan daha albenili kılmalarına yol açtı.
Instagram ve Youtube fenomenleri, düşük maliyetle hakkında içerik üretebileceklerini ve bir yenilik olarak sunabileceklerini fark ettikleri Doğu Ekspresi’ni, “yönümüzü batıya çevirmişken kendi ülkemizde önemli bir cevheri kaçırdığımız” alt metniyle paylaştılar. Ardından, takipçilerinin içerikleri yorumlamalarına ve taklit etmelerine şahit olduk; zira bu yolculuklar pasaport ve vize gerektirmedikleri gibi, harcamalar Türk Lirası ile yapıldığından dolayı oldukça makullerdi. Fakat, TCDD’nin halihazırda sınırlı sefer ve koltuk sayısına sahip Doğu Ekspresi için gelen talebi karşılayamaması ve turizm acentelerinin artan talebi fark edip müşterileri için koltuk parsellemesi, TCDD’nin Turistik Doğu Ekspresi adı altında ek seferler koymasına sebep oldu. Doğu Ekspresi’nde yer bulunamazken, TCDD’nin turistik seferlerin biletleri için katbekat yüksek meblağlar istemesi, Van Gölü Ekspresi’nin bir Doğu Ekspresi alternatifi olarak görülmesine yol açtı. Bu çetrefilli süreç ve insanların sosyal medya kaynaklı hevesleri sayesinde tren yolculuklarına tekrar sıcak bakılmaya başlandı.
Demiryolu turistleri
Bugün, bu hatları kullanan insanları kabaca 3 kategoride değerlendirmek mümkün. Bunlar, trenleri bir ihtiyacı karşılama amacıyla kullananlar, tren yolculuklarını çeşitli sebeplerden dolayı turistik planlarına dahil edenler ve bahsi geçen etkilenmeden dolayı özellikle tren yolculuğu yapanlar. Birinci kategoriye dahil olanlar, trenlere sadece bir ulaşım aracı olarak bakarken, diğer iki kategorinin yolculuğun deneyim kısmına odaklandıkları bir gerçek. Aralarındaki fark ise ikinci kategoridekilerin geçip giden manzarayı izlemek ve belki de buna ek olarak Türkiye’nin dört bir yanından gelen insanlarla tanışmak gibi heveslere sahip olması, fakat üçüncü kategoridekilerin yolculuğu çevrelerinden geri kalmama ya da öne geçme arzusuyla sosyal medyada paylaşmak amaçlı görsel ve hikâye biriktirmek için kullanmaları.
Bu iki kategoriyi ayırt etmek içinse, insanların tren yolculuğu boyunca akıllı telefonları, sosyal medya hesapları, fotoğraf makineleri vb. ile ilgilenme sıklıklarına ve sadece 24-27 saat sürecek bir yolculukta fotoğraf çekmek için, kompartımanlarına, aynı yolculuğu yapan diğer sosyal medya kullanıcılarından aldıkları donelerle düzenlemeler yapıp yapmadıklarına bakmak yetiyor. Instagram ve Youtube sosyal medya platformlarında bu yolculuklar ile ilgili aramalar yaptığımızda önümüze gelenlerin içeriklerin çoğunda benzer masa örtülerini, LED ışıkları, hayati tehlike yaratan yemek yapma aparatlarını ve cama asılmış fotoğrafları görmemiz tam da bu yüzden.
Türkiye’de demiryolu taşımacılığının TCDD’nin etkisi olmadan, organik bir şekilde turizmle bağdaştırıldığından dolayı tekrar önem kazandığı aşikâr. Devlet politikası olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası kara ve havayollarını önceleyen, yani Türkiye’dekine benzer bir süreci yaşayan ABD de ise, devlet destekli Amtrak, reklamlarında turizm vurgusu yaparak demiryollarını canlandırmayı planlıyor ve kısmen başardı da.
Uçtuğumuz için utanmalı mıyız?
Daha geniş demiryolu ağlarının bulunduğu Avrupa’da ise yıllardır var olmasına rağmen ismi 2017 yılında konulan bir akım ön plana çıkıyor. Flygskam, ‘uçuş utancı’ anlamına geliyor. Havayollarının küresel sera gazı emisyonuna katkıları dolayısıyla insanları trenle seyahat etmeye teşvik eden bu akımın bir kardeş terimi, bir de mottosu var: Tågskryt (yapılan tren yolculuğu ile övünmek) ve #JagStannarPåMarken (#YerdeKalıyorum).
Demiryollarının, daha fazla yolcuyu, daha az yakıtla (dolayısıyla daha az sera gazı emisyonuyla) ve daha az maliyetle bir noktadan bir noktaya taşıması gerçeğiyle insanları havayollarından ve karayollarından vazgeçirmeyi amaçlayan bu akım, Greta Thunberg’in de yardımıyla Avrupa’da karşılık bulmuş. İsveç’te 2019 iç hat yolcu sayısı 2018’e göre %8 azalırken, Fransa’da Avi Honte (flygskam’ın Fransızca karşılığı), İngiltere’de ise Flight Free 2020 (Uçuşsuz 2020) kampanyaları başlatılmış. Dahası, şirketler de aynı doğrultuda adımlar atmaya başlamışlar. Örneğin, Finlandiya menşeili Nordea Bankası 2019 için %7 daha az uçuş planlamış, Alman Tele 5 televizyon kanalı ise 60 çalışanının tamamının uçuş masraflarını karşılamayı durdurmuş.
Son yıllarda demiryollarına talebin sadece Türkiye’de değil, farklı kültürlerin bünyelerinde barındırdığı farklı motivasyonlar sayesinde dünyada da arttığına şahit olduk. Biz vitrinlerimizi zenginleştirme çabasındayken, ABDlilerin motivasyonu hava atmak, Avrupalıların motivasyonu ise çevreyi korumak. Bu durumda, kültürler farklı olsa da kültürel fenomenlere şükretmek gerek; zira oluşanlar motivasyonlar sonucu insanların birbirlerini takip ya da taklit etmeleri dünyamızı bir nebze olsun küresel ısınmadan uzak tutabilir.
Görsel kaynakları:
Kapak fotoğrafı: Amelie & Niklas Ohlrogge on Unsplash
[1]: Nadir sYzYgY on Unsplash
[2]: Markus Spiske on Unsplash
Not: Bu makale ilk kez Ad Hoc dergisinin Nisan 2020 sayısında yayımlanmıştır. Telif hakkı ihlali olmaması amacıyla bu sayfada dergide kullanılan fotoğraflar kullanılmamış, kullanıcıların Unsplash‘te yayınladıkları, kaynak belirtilmesi koşuluyla kullanılmasına izin verilen fotoğraflar aslına uygun bir şekilde yerleştirilmiştir. Dergide yayımlanan yazı ile farklılıklar gösterebilir.
Comments by Erdem Akın Temel